Sayfalar

29 Haziran 2013 Cumartesi

Hic Olmak

"Hiç Olmak"

Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:

“Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “Hiç kimseyim.”

Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca:
“Sen kimsin?”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasrettin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam.
“Daha sonra?” diye üstelemiş Hoca.

“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki, ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam
boynunu büküp son makamını söylemiş:
“Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam.
Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
“Hiçlik makamında!”


OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

27 Haziran 2013 Perşembe

Suyun Hayatımızdaki Önemi Mutlaka Okuyun

Bunları Biliyor muydunuz?

Bir çok hastalığın ana sebebini anlamak için, lütfen aşağıda aktarılan bilgileri dikkatlice ve özenle okuyalım, paylaşalım.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde kandaki suyu kullanırsa,
YÜKSEK TANSİYON hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde omurlardaki suyu kullanırsa,
BEL VE BOYUN FITIĞI hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde kemiklerdeki suyu kullanırsa,
gut - atrit gibi romatizmal hastalıklara yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde akciğerdeki suyu kullanırsa,
ASTIM hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde pankreastaki suyu kullanırsa,
ŞEKER hastalığına yakalanırız.

* Vücut su kıtlığı çektiğinde midedeki suyu kullanırsa,
ÜLSER hastalığına yakalanırız.

* Bağırsaklarda su eksilirse, kabızlık meydana gelir ve
KOLON kanseri olma tehlikesi yaşarız.

* Hücrenin su eksikliği çok artarsa, beynimiz hücreye oksijen göndermeyi keser. Oksijen kesilmesi sonucunda da hücre KANSERLEŞME sürecine girer !!!...

Hasta olmamak için vücüdumuzu susuz bırakmamalıyız.
Alkali - Canlı su içmeliyiz. Alkali ve canlı olmayan sular ne kadar çok içilse de vücut yine susuz kalmaktadır !!!...
Çağımızın en büyük problemi ; içilen ölü sulardır !!!

Hasta değil susuzsunuz .....


OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ

Dolmuş Muhabetleri

- Yolcu müsait bi yerde inmek ister ama dili sürçer:
- Şoför bey mübarek bi yerde inebilir miyim?
- Şu ilerdeki caminin önünde bırakayım teyze seni

....................................................
.......................................
Kadın:
- Kızım dur! Ben vereyim benim ki bozuk zaten...
Kızı:
- Aman ne olacak sanki nasılsa benimki de bozulacak, ben vereyim!
........................................................................................
Oğlum bu Eminönü'nden geçer mi?
- Yok teyze biz Taksim'e çıkıyoruz.
- Hah tamam oğlum siz gidin ben gelmeyeceğim.
.......................................................................................
Yolcu:
- Abi Heykel'e çıkıyo mu?
Şoför:
-Yok abi, yanından geçiyo.
........................................................................................
Arkadaki aksi teyze öndeki uzun saçlı delikanlıya seslenir:
- Kızım şurdan bir kişi uzatır mısın?
- Ben kız değilim!
- Amaaaan ne bileyim kız mısın dul musun, uzat işte.
........................................................................................
Eve gitmek üzere Bakırköy dolmuşu bekliyordum. Sigaramın kalmadığı
aklıma gelince önünde durduğum Tekel bayiine girecekken minibüs geldi.
Apar topar bindim. Şoföre parayı uzatıp,
- Bir Monte Carlo' dedim! Adam birkaç saniye yüzüme bakıp:
- Abi bu Bakırköy'e gider' diye cevap verdi! İşte o an benim ve
şoförün bittiği andı.
........................................................................................
- Mükemmel bir yerde inebilir miyim?
Yolcunun kafası karışık sanırım, kendisi de dolmuşdakilerle birlikte
güler söylediğine şoför kadını indirirken:
- Buyrun size layık değil ama!
........................................................................................
Yolcu müsait bi yerde inmek ister ama dili sürçer:
- Müsait bi yerde iner misiniz?
Şoför:
- Niye sen mi kullancan???
........................................................................................
Rumeli-Hisarüstü otobüsüyle Taksim'e doğru gidiyoruz. Adamın biri
Beşiktaş dolaylarında gayet aceleci bir tavırla:
- Kaptan orta kapıyı rica edebilir miyim?
Bizim şoför olaya hakim:
- Tabi abi ayıp ettin. Al götür senden kıymetli mi...
........................................................................................
İstanbul'dayiz... Dolmuşa bindik, dolmuş doldu,tam kalkıcak, elemanın
biri açtı kapıyı. İçerde tıkış tıkış oturmuşuz, önde 3 kişi arkada 4
... Eleman hala bir umut sordu:
- Kaptan, yer var mı?
Şoför de arkasını dönüp cevap verdi:
- Bilmiyorum, üst kata bi bak bakalım...
........................................................................................
Pek dolu olmamasına rağmen minibüs hareket etmek üzereydi. Tam o anda
kavga ettikleri her hallerinden belli olan iki arkadaş minibüse
bindi.Birbirlerinin yüzüne bile bakmıyorlardı. Çocuklardan biri şoföre
parayı uzattı:
- Abi bir öğrenci bir de hayvan alır mısın?

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

26 Haziran 2013 Çarşamba

Feministler Fıkra

Feministlerin yıllık kongresinde, Amerikan Delegesi hanımefendi kürsüye gelmiş ;

- Geçen yılın kararlarını aynen uyguladım. Eve gider gitmez kocama:

“Bundan sonra temiz çamaşır istersen, kendi çamaşırını kendin yıka!
İşte makine orada” dedim.

- İlk gün bir şey görmedim,

- İkinci gün bir şey görmedim,

- Üçüncü gün bir baktım, makinenin başında sade kendi çamaşırlarını değil, benimkileri de yıkıyor!


Alman Delegesi söz almış ;

- Ben de kararımız gereğince kocama:

“Bundan böyle temiz tabakta yemek istiyorsan, bulaşığını kendin yıka! İşte makine orada” dedim.

- Birinci gün birşey görmedim.

- Ikinci gün bir şey görmedim.

- Üçüncü gün baktım, makinenin başında sadece kendininkileri değil, benim bulaşıklarımı da yıkıyor!


Üçüncü konuşmacı bizden,TÜRK feminist kardeşimiz...

- Türkiye'ye döner dönmez kararımız gereğince kocama :

“Bundan böyle yemek yemek istiyorsan, kendin pişirmen gerekecek.
İşte mutfak orada!” dedim.

- Birinci gün bir şey görmedim.

- İkinci gün de bir şey görmedim.


- Üçüncü gün, sol gözüm biraz açılır gibi oldu... Hafiften görmeye başladım !!!



OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !
 —

En Çok Kimi Seversiniz

Bir bilgeye sormuşlar:
`Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
`Terzimi severim,` diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
`Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim
oluyor?
O da nereden çıktı? Neden terzi?`
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
`Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim
ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir.
Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı
gözle görürler.

ANLAR

İŞTE DÜNYANIN EN ÇOK OKUNAN ŞİİRİ !


ANLAR
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.

Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85′indeyim ve biliyorum…
ÖLÜYORUM…

* Jorge Luis Borges

Okuduysan Beğen başkaları da okusun diye paylaş

24 Haziran 2013 Pazartesi

İnsanlar ve Önyargıları

"Uzaklarda bir köyde kocası çocuğu doğmadan ölmüş tek başına yaşayan hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz.

Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak zorunda kalır.

Gelincik ile bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Eve geldiğinde gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada içerideki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir Ve odada beşiği beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında parçalanmış olan yılanı görür."

Einsteinin bir sözü vardır: "insanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan daha zor " Ben bu sözün güçlü bir önyargı oluşturduğu kanaatindeyim. Önyargının giderilmesi belki çok zordur ancak bunu imkansız gibi göstermek ayrı bir açmazı da beraberinde getirecektir. Bunun için ön yargı insanların birbirini anlamasının önündeki en büyük engellerden birisi denilebilir. Fakat bundan kurtulmak imkansız değildir. Bir örnekle bunu açıklayabiliriz;

Alimin birine sormuşlar en çok kimi seviyorsun diye. Alim cevap vermiş;

"Terzimi çok seviyorum." "neden" demişler. Alim; "çünkü terzim her gittiğimde benim ölçümü yeniden alıyor ama diğer insanlar kafalarında ilk görüntün neyse seni öyle yadırgar onların gözünde hiç değişme ihtimalin yoktur. Terzim öyle değil değişme ihtimalim var diyerek her zaman ölçümü alır. Bundan dolayı terzimi çok seviyorum...

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ 

Baba Ve Oğul

OKUMAYA DEĞER ! 

Evliliğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında eşi bütün bağları kopardı ve 'Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak' diyerek rest çekti.

Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası sevdiği ve kendini seven bir eşi ve bir de çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hala onu ölürcesine seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lazım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can 'Baba ben de seninle gelmek istiyorum' diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can sürekli babasına 'Baba nereye gidiyoruz ?' diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı. En son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü. Öyle üzgündü ki Dünya başına göçüyor gibiydi. O bu duygular içindeyken babası yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu. Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terk etti.

Arabaya bindiler. Can yol çıktıklarında ağlamaya başladı neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can 'Baba sen yaşlandığında bende seni buraya mı getireceğim' diye sorunca Dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında 'Beni affet baba' diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış ve çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu 'Baba beni affet, sana bu muameleyi yaptığım için beni affet' diye hatasını belli ediyordu.. Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...

'Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın'. Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum.

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

SEN HANGİ RENKSİN?

SEN HANGİ RENKSİN?

Renklerin insan psikolojisi üzerindeki etkisi artık kanıtlanmış bir gerçek! Giydiğimiz kıyafet ya da evimizde kullanmayı sevdiğimiz renkler bizi iyi ya da kötü etkiliyor. Peki ya doğduğumuz gün ve renkler arasında da etkili bir bağlantı olduğunu söylersek?.. Doğduğunuz tarihe göre hangi renk olduğunuzu bulun ve özelliklerine bakın. Tanıdık gelecek...

KIRMIZI
Kırmızı hareketin ve tutkunun rengidir. Çoğunlukla neşeli ve hareketlisiniz ama bu hiç mutsuz olmadığınız anlamına gelmez. İletişim kurmakta zorlanmayan girişken ve anlayışlı bir yapınız var. Aşık olmayı da seversiniz.

TURUNCU
Kafanıza bir şey koyduysanız deli gibi çalışır, didinir ve yaparsınız. Her konuda rekabet sizin işiniz. Rekabeti sever ve başarı ile yürütürsünüz. Kolay kolay kimselere güvenmediğiniz için az arkadaşınız vardır. Ama olanlara da güveniniz tamdır. Sorumluluk almaya bayılırsınız. İlişkide uyum sizin için her şeydir.

SARI
Sarı renkler içinde en çok dikkat çekenidir. Bu yüzden birçok tabela ya da araçta sarı renk kullanılır. Mesela taksiler... Siz de dikkati toplamaktan hoşlanan bir yapıya sahipsiniz. İlişkilerinizde lider olmak vazgeçemediğiniz bir özelliğinizdir. Liderlik yapma isteğinin ise güvenle hiç ilgisi yoktur. Çünkü siz kimseyle güven problemi yaşamazsınız. Cömert bir yapınız ve abartısız, müşfik bir tarafınız vardır. Altta olmaktan nefret ettiğiniz ve başkaları adına karar vermeye düşkün olduğunuzu rahatça söyleyebiliriz. Aşkta romantizm arayan sevimli bir tipsiniz.

PEMBE
Tozpembe hayaller kurduran masalsı aşklar tam size göredir. Mükemmeliyetçi yanınız kendiniz için geçerlidir. Ne olursa olsun yapabileceğinizin en iyisini yapmaya çalışırsınız. İnsanları korumayı ve onlara yardım etmeyi seversiniz. Olumsuz düşünceleriniz zaman zaman su yüzüne çıkar.

MAVİ
Kalbinizin sesinden çok mantığınıza kulak vermeyi tercih etseniz de siz tam bir aşk insanısınız. Kendinize fazla güvenmeyen, gerektiği zaman cesur olabilen bir yapınız var. Farklı ve artistik bir duruşunuz var.

YEŞİL
Yeşil şifanın rengidir; hastalıklardan korunmamızı destekler. Siz de oldukça sağlığınıza düşkünsünüz. Kararlı olduğunuz kadar sabır gösteremeyen bir tez canlısınız. Başkalarını kolaylıkla yönlendirebilen, yeni insanlarla tanışmakta zorlanmayan ve her ortama kolayca uyum sağlayan bir tarafınız vardır. Zarif olan her şey sizin ilgi alanınıza girer. Lükse olan düşkünlüğünüz de buradan geliyor. Hayatınızın tek ve gerçek aşkını beklersiniz.

KAHVE
Sportif ve hareketlisiniz. Başkalarını kendinize yaklaştırmakta zorlanır, kimseyle kolay kolay yakınlık kuramazsınız. Bu özelliğiniz aşk hayatınızda pek etkili olmaz. Çok çabuk aşık olur ve çabuk bıkarsınız. Ama hayatınızın aşkını aramaktan da asla vazgeçmezsiniz.

TURKUAZ
Deniz gibi değişkensiniz. Bir anda fırtına çıkarıp ardından sakince gülümseyebilirsiniz. Duygularınız aniden ve kolay değişebilir. Seyahat etmeyi ve yalnız olmayı seversiniz. Sadık ve iyi bir dinleyici olmanız iyidir ama, anlatılanlara kolay inanan yapınız başınızı ağrıtabilir. Aşk acısını yoğun yaşayan ve aşkı için her şeyi yapabilecek bir yapıya sahipsiniz.


BEJ
Renginiz gibi dingin ve sakinsinizdir, ama bu kısa sürebilir. Birden gerginleşebilir ve huzursuz olabilirsiniz. İlişkilerinizde kıskanç yanınız ağır basar. Başkalarının önemsemeyeceği şeyleri büyütür ve mızmızlanırsınız. Merhamet ve fedakarlığınız sonsuzdur. Özellikle arkadaşlarınız için her şeyi yaparsınız. Güçlü sezgileriniz sizi bile şaşırtabilir. Çalışmak size hiçbir zaman zor gelmez.

SİYAH
Bilgi ve düşüncenin rengidir siyah… Bir karar almadan önce uzun süre düşünmeniz ve ayaklarınızı yere sağlam basmak istemeniz bundan. Acıma duygunuz neredeyse yok gibidir. Sağlam yaratılışlı, cesur, güçlü, bağımsız ve girişkensiniz. Aşkta farklı şeyler yaşamaktan hoşlanıyorsunuz.

MOR
İnsanları etkilemeyi seven yanınız biraz ağır basıyor. Gizemli, çekici, anlayışlı bir yapınız var. Bencil değilsiniz ve bu yüzden arkadaşlarınız tarafından çok sevilen birisiniz. Oldukça değişken bir ruh haliniz vardır. Değişkenliğiniz ve kendinize has çekiciliğiniz sizi popüler hale getiriyor.

LACİVERT
Yaptığınız işe konsantre olmakta sıklıkla zorlanıyorsunuz. Biri sizi kızdırdıysa vay haline! Affetmeniz için çok çaba harcaması gerekebilir. Dikkat çekici, zevkli, yaşamayı seven ve hayata bağlı bir tipsiniz. Aşkta duygusal, hassas ve tutkulu olabilirsiniz.

GÜMÜŞ
Utangaç, hırslı, gururlu, kendine güvenen ve yeni deneyimlere açık birisiniz. Hayal gücünüze diyecek yok. Bu yüzden orijinal fikirleriniz vardır. Kıvrak bir zekaya ve öğrenme konusunda güçlü bir yeteneğe sahipsiniz. Çapkınlıklarınız yüzünden aşk hayatınız biraz çetrefilli olabilir.

BEYAZ
Kendinizi diğer insanlardan farklı ve üstün görebilirsiniz. Tutkulu ve hırslısınız. Bu yüzden çabuk kıskanır ve her şeye kolay tepki veremezsiniz. Asil bir ruhunuz vardır, insanları takdir etmeyi biliyorsunuz.


ALTIN
İnsanları etkilemek gibi bir zaafınız yoktur. Zaten neşeli ve dışadönük kişiliğiniz hak ettiğiniz ilgiye neden olur. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamakta zorlanmaz ve bu konuda bir uzman sayılırsınız. Adil ve çabuk huzursuz olan bir yapınız var. İlişkilerinizde hassas olursunuz, bu yüzden aradığınızı bulmakta güçlük çekersiniz.

KREM
Eğer bir kremseniz tam bir sportif olduğunuzu söyleyebiliriz. Birileri ile yarışmaktan geri durmayan ve bundan zevk alan bir yapıya sahipsiniz. Kaybetmeyi asla sevmez ve istediğiniz olana kadar mücadele edersiniz. Genelde neşeli bir ruh hali içindesiniz. Çevreniz tarafından güvenilir bulunursunuz. Rahat ve dışa dönük yapınız aşk hayatınızda pek etkili olmaz. Aşkı dikkatlice seçer, ancak çabuk aşık olmazsınız. Doğru kişiyi bulmak için uzun süre beklemeyi daha uygun bulursunuz.

GRİ
Zaman zaman bencil olmanız dışında kötü özelliğiniz yok. Başkalarını neşelendirir ve mutlu edersiniz. Kısacası siz hayat dolu bir dostsunuz. Hayal gücünüz fazlasıyla yüksektir. Duygularınızı asla gizlemez, doğru sözü doğru yerde söylersiniz. Çekici olduğunuz için aşk hayatında zorlanmazsınız.

KESTANE
Kendi bildiğinizden pek şaşmazsınız. Başkalarının ne düşündüğünü bilmek de sizi yolunuzdan döndürmez. Sosyal bağları ve ilişkileri güçlü bir tarafınız vardır. Zeki, güçlü bağımsız ve ne yapacağını bilen birisiniz. Akıllı ve pratik olmanıza rağmen, tembelliği de sever ve espriden anlarsınız.

NEFTİ
Hayatınız ve kariyeriniz için çok ve düzenli çalışmak sizin için dert değil. Gereksiz riskler ve pahalı meraklar size göre değil. Siz ayağı yere basan projelerin ve ekonomik şeylerin insanısınız. Arkadaş bulmak konusunda sıkıntınız yok. Zevkli, görünüşüne fazla önem gösteren birisiniz. Liderlik sizin göbek adınız.

ZEYTİN YEŞİLİ
Neredeyse kötü yanınız yok gibi… Sakin ve yumuşak karakteriniz şiddetten ve kavgadan her zaman uzak durmanızı sağlar. Nerede nasıl davranılması gerektiği ve ne konuşulması gerektiğini çok iyi bilirsiniz. Hassas, nazik ve neşelisinizdir. Adalet duygunuz son derece güçlüdür. Kıskançlık ise yakınınızdan bile geçmez.

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Ne Kadar Sevdiğini - Sevildiğini Nasıl Anlarsın?

Geçenlerde yağan kar nedeniyle birçok kaza
yaşandı. Bunlardan birisi zincirleme bir
kazaya karışan ve çok şükür kendisine bir şey
olmayan bir kadının başına geldi. Korkuya
kapılan kadın ilk iş olarak eşini aradı ve
eşinin ilk cevabı “Arabada bir şey var mı?” oldu…

Bir başka kadının doktor randevusu vardı.
Tek başına gitmeye çekindiği bir
randevuydu. Fakat yakın bir akrabası
olmadığından tek başına gitmesi
gerekiyordu ve eşine söyledi ama
gelemeyeceği için ısrar etmedi. Sadece randevu saatini söyledi ve dua istedi... Muayene sonucu korktuğu gibi olmadı,
sonuç iyiydi. Eve geldi ve eşinin randevunun
nasıl geçtiğiyle ilgili bir şeyler sormasını
bekledi… Aradan on beş gün geçti. Hala
bekliyor...

Bir adam arabasından inerken kaydı ve
düştü, ayak bileği incindi. (Sonradan kırık
olduğu anlaşıldı.) Kapıda kendisini
karşılayan eşi arkadaşıyla konuşuyordu.
Adam canının yandığını, ayağının kırılmış
olabileceğini söyledi. Ama kadın “Aaa, öyle mi?” diyerek arkadaşıyla konuşmaya devam
etti, adam donakaldı... Hala donmuş
durumda, duygusu yok...

Bir başka adam babasının hasta olduğunu
öğrendiği için akşam babasına uğramak
istediğini söyleyince, eşi “Ama dışarıda
yemek rezervasyonumuz vardı.” cevabını
alınca üzüntüsünü içine attı...

Ve daha birçok örnek... Her gün
yaşadığımız, yaşattığımız... Kendimiz için önemli olan bir şeyi karşımız
için aynı önemde görmediğimiz onca olayın
içinde kalpler kırılıyor. İlişkiler can çekişiyor. Bazı önemli olaylar vardır, bunların
ıskalanması telafisi zor aralıklar koyar
insanların arasına. Sonra herkes unutmuş
gibi yapar. Bazen çaresizlikten, bazen de
durum acı verse de ilişkiyi bitirmek için
yeterince büyük görülmediğinden...

Fakat hesap bir gün kabardığında, çok küçük bir
rüzgar gelir ve çok güçlü zannedilen ilişkiler
dağılıp gider. Yıpranma yıllar sürer, yıkılması ise bir andır.
Bazen hiç ummadığınız bir şey gelir ve sizin
çok sağlam sandığınız her şeyi alır götürür. Küçük ihmaller, hiçbir zaman küçük
değillerdir. Altlarında daha derin
düşünceleri örterler. Bunların başında da
“Sana değer vermiyorum!” düşüncesi vardır
veya “Senin acın beni ilgilendirmiyor!”
düşüncesi...

İşte ruh birlikte eğlenebildiği ama birlikte acısını paylaşamadığı ruha karşı
soğur. İnsan, karşısındaki insanın kendisini ne
kadar sevdiğini verdiği hediyelerle ölçmez
çoğu kere. Böyle durumlarda sınanır sevgi.
Ve insan sınanana kadar ne kadar sevildiğini
bilemez. Ne kadar sevdiğini de. Sevgi sınar
çoğu kere ve bazıları kaybeder çok azı da kazanır...

Bu günlerde kaybedenler çoğunlukta
görünüyor. Sanıyorum ki bir nedeni de
yanımızdakinin acısına duyarsızlaşmamız...
Hep eğlenceli bir şeylerin peşinden
koşmamız... Ve sadece kendimiz için yaşama
çabamız... Oysaki yanımızdaki olmadan yaşayamayacağımızı unutuyoruz.

OKUDUYSAN ve BEĞENDİYSEN ,BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞIRMISIN?

Dost İle Arkadaş Arasındaki Fark

.Arkadaş evinize geldiğinde misafir gibi davranır
Dost geldiğinde buzdolabını açıp istediğini alır
..Arkadaş senin ağladığını görmez
Dostunun omuzu ise senin göz yaşlarınla ıslanır

..Arkadaş davetine katılınca bir paket hediye ile gelir
Dost sana yardım etmek için erken gelir; toparlanman için geç gider

..Arkadaş, onu o yattıktan sonra ararsan rahatsız olur
Dost neden bu kadar geciktiğini sorar, derdini anlatmak için

..Arkadaş bir kavgadan sonra her şeyin bittiğini düşünür
Dost ise tekrar arar

..Arkadaş senin daima onun arkanda olmanı ister
Dost ise her zaman senin arkandadır

..Arkadaş zaaflarınızı öğrenir ve onları kullanabilir
Dost zevklerinizi öğrenir ve onlara hitap eder

..Arkadaş zayıflıklarınızı bilirse başınıza kakar
Dost zayıflıklarınızı bilirse örtmeye çalışır


..Arkadaş sizi ikinci görmek ister
Dost ikinciniz olmaktan şeref duyar


..Arkadaş sıkıntınız olmadığında yanınızdadır
Dost sıkıntınız olduğunda size koşar

..Arkadaşlarınıza siz huzur vermeye çalışırsınız
Dostlarınız size huzur vermeye çalışır


OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Çocuklarınızla Konuşun!!!!!

Bir gün susmayı öğrendim.
Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım.
Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi.

Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır budefa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksı n babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi.

Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.

Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı. Bir gün anladım
ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım.

Önce resim yaparak başladım işe. Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.

Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum .

Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden
alırsa ben ne yapacaktım?

Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim. Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya. Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz ükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım.

Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye.

Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
Duyduklarına inanamıyorlardı .. Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.

Farkında' Olmalı İnsan...

Kendisinin, Hayatın Olayların,
Gidişatın Farkında Olmalı.

Ömür Dediğin Üç Gündür, Dün Geldi Geçti Yarın
Meçhuldür, O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür, O Da Bugündür.

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

BURÇLAR SİNİRLENİNCE

BURÇLAR SİNİRLENİNCE 

Koç: Açar ağzını yumar gözünü ağzına geleni söyler

Boğa: Boğayı susturmanın tek yolu Koli bandı

İkizler: Çenesi bi düştümmü kimse kaldıramaz ,
başınızda et bırakmaz

Yengeç: Suskun duruşuna bakıp aldanmayın
içinden konuşur, tehlike yani

Aslan: Camı çerçeveyi indirir karşısındaki
pes edene kadar konuşur, yinede pes etmez.

Başak: Kafada saç bırakmaz adamı mezara sokana kadar konuşur.

Terazi: Anlayışlıdır terazi pek dır dır etmez,
ama konuşursa ortalık karışır. buda tehlike yani .

Akrep: Buda pek konuşmaz ama konuşursada
konuşturduğunuza pişman eder .

Yay: Çok konuşur kafa şişirir neye uğradğınızı şaşırırsnz.
Bunalım yani

Oglak: Oğlak Konuşursa mahalle dinler, terlikler,
vazolar havalarda falan .

Kova: Konuşmaz başka tarz intikam alır, adamı intihara sürükler

Balık: Sesi çıkmaz balığın , ona kıyamaz kendinize zarar verirsiniz

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ 

Sen Pejo yu Biliyonmu?

Adamın biri, Pejo marka bi minibüs alır.
Sonraki gün yolcu taşımaya çıkar. Minibüs tıklım tıklım,
tutar kasabanın yolunu ve gittikçe hızlanır.

Yolculardan biri:

-"Kaptan yavaş..bir yere çarpacaz!" der.

Şoför:

-"Sen Pejo'yu biliyon mu?" der.

Yolcu:

-"Hayır!" der.

Şoför:

-"O zaman susacan" der ve devam eder.
Minibüs hızlanmaya devam eder..

Bir yolcu daha seslenir:

-"Oğlum ben hastayım, biraz yavaş!"

Şoför yine sorar:

-"Sen Pejo'yu biliyon mu?"

Amca ne bilsin,

-"Hayır!" der.

-"O zaman susacan der" şoför..

Bu kez bir kadın seslenir:

-"Hamileyim! Lütfen biraz yavaş, çocuğumu düşürcem !!"

Şoför yine sorar:

-"Sen Pejo'yu biliyon mu?"

Kadın:

-"Yok!" der.

Şoför yine aynı cevabı verir..

Arkadan kızgın bir ses tonuyla bir genç seslenir:

-"Yavaş git kardeşim, öldürcen bizi !!!"

Şoför yine sorar:

-"Sen Pejo'yu biliyon mu?"

Genç:

-"Biliyorum lan, ne olacak??" der.

Şoför:

-"O zaman çabuk söyle, bunun freni nerde?"

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ

Bir Bebeğin Yarım Kalmış Günlüğünden

Bir Bebeğin Yarım Kalmış Günlüğünden
5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.

    Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi . hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.

    
19 Ekim:
 Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.

    
23 Ekim:
 Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun . beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!

    
27 Ekim:
 Bugün pek . mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?

    
2 Kasım:
 Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.

    
12 Kasım:
 Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allahım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.

    
20 Kasım:
 Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…

    
25 Kasım:
 Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..

    
10 Aralık:
 Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım . ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…

    
13 Aralık:
 Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..

    
24 Aralık:
 Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?

    
28 Aralık:
 Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… . Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…

    Ah! Kürtajınız ta-mamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun 

ÖKÜZLÜĞÜN ALEMİ YOK.

ÜŞENMEDEN OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM !

Ormanın birinde Aslanlar toplanmış. "yahu" demişler, "hesapta kralız, açlıktan öleceğiz birader. Maymuna saldırsak, ağaca kaçıyor; fillere saldırsak, fazla büyük... Ceylanlar hızlı, yetişemiyoruz; kuşa dalsak, uçuyor, eee balık yakalayacak halimiz de yok... N'aapsak? "

Bir tanesi "en iyisi, öküzlere saldıralım" demiş,

"iri yarı görünüyorlar ama ne pençeleri var, ne dişleri diş... Tam dişimize göre!"

Olur mu? Olur.

Hücum!

Ama evdeki hesap çarşıya uymamış;

Öküz, öyle yabana atılacak hayvan değilmiş meğer...

organize oluyorlar, topluca savunma yapıyorlar, püskürtüyorlarmış.

Aslanlar aç bilaç.

N'aapsak, n'aapsak?

"tilkiye danışalım" demişler.

Tilki "kolay" demiş,

"beni, öküzlerin yaşadığı zengin otlakların prensi yapın, işinizi halledeyim..."

Kabul etmişler.

Tilki, elinde beyaz bayrakla öküzlere gitmiş,

"saygıdeğer öküzler" demiş,

"aslında aslanlar uysaldır, sizi de çok seviyorlar...

Ama; Şu aranızdaki sarı öküz var ya, sarı öküz, işte sorun o...

Görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü,

Kurtulun kardeşim, huzur içinde yaşayın! "

Öküz heyeti düşünmüş taşınmış,

"bana dokunmayan yılan bin yaşasın" Mantığıyla,

verivermişler sarı öküzü...

Aslanlar da afiyetle yemiş.

Bir gün, iki gün ....

Tilki gene gelmiş.

"bakın gördüğünüz gibi, saldırılar kesildi, mutlu mutlu yaşıyorsunuz" demiş

Ve eklemiş:

"ama şu var ya benekli öküz, benekli öküz,

O burada olduğu sürece size rahat yüzü yok arkadaş,

Canları çekiyor, verin, kurtulun!"

Öküz heyeti düşünmüş,

"otlağın selameti için"

Teslim etmiş benekli öküzü...

Üç gün, dört gün...

Tilki gene gelmiş.

Kuyruğu uzun olanı...

Burnu beyaz olanı...

Tombul olanı...

Tek tek alıp, gitmiş.

Otlak seyrelmiş.

Semirmiş aslanlar.

Günlerden bir gün... Artık tilki gelmemiş!

Gerek kalmamış çünkü.

Doğrudan aslan gelmiş.

"hanginizi istiyorsam,

Canım hanginizi çekiyorsa, onu vereceksiniz,

Adamı hasta etmeyin" demiş.

Otların arasında tir tir titreyen, tek tük kalmış öküzler,

"keşke sarı öküzü vermeseydik" demiş ama iş işten geçmiş.

...

İşte Öküzlük böyle bir şeydir...

...

Bu hikaye sebebiyle,

dünyaca ünlü alman şair ve tiyatro yazarı Bertolt Brecht akla geliyor...

Bir şiirinde aynen şunları yazmıştı:

"Naziler önce komünistleri tutukladılar;

Komünist değilim diye ses çıkarmadım.

Sonra Yahudileri tutukladılar,

Yahudi değilim dedim, sesimi çıkarmadım.

Sosyal demokratları tutukladılar,

Savunmak bana mı kaldı dedim, sesimi çıkarmadım.

Sıra bana geldiğinde;

Etrafta tutuklanmama ses çıkaracak kimse kalmamıştı!"

...

Şimdi bakın çevrenize.

çevrenizde ses çıkartacak kimse kaldı mı?

Umarım sıra size gelmez!..

O halde neymiş; ÖKÜZLÜĞÜN ALEMİ YOK.

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ!

GÜZEL BİR YAŞAM İÇİN OLUMLU DÜŞÜNMENİN YOLLARI

GÜZEL BİR YAŞAM İÇİN OLUMLU DÜŞÜNMENİN YOLLARI

01. Ufak şeyleri dert etmeyin.
02. Kusursuz olamayacağınızı kabullenin.
03. Rahat ve ılımlı insanların çok başarılı olamayacakları düşüncesini bir yana bırakın.
04. Olumlu ve olumsuz düşünce kartopunun çığ gibi büyüme etkisini göz önüne alın.
05. Sevgi kapasitenizi geliştirin.
06. Unutmayın: Öldüğünüz zaman yapılacak işler listeniz hâlâ dolu olacaktır.
07. Kimsenin sözünü kesmeyin, cümlesini siz bitirmeyin.
08. Birisine bir iyilik yapın ve kimseye bundan bahsetmeyin.
09. Bırakın ilgiyi başkaları toplasın.
10. İçinde bulunduğunuz ânı yaşamayı öğrenin.
11. Sizden başka herkesin bilgili olduğunu düşünün.
12. Sabır geliştirme egzersizleri yapın.
13. Sevgi elini önce siz uzatın.
14. Kendinize sorun: Bir yıl sonra bunun bir önemi olacak mı?
15. Gerçeği kabul edin: Hayat âdil değildir.
16. Arada sırada canınızın sıkılması yararlıdır: Bırakın canınız sıkılsın.
17. Strese dayanma gücünüzü azaltın.
18. Haftada bir kez yürekten gelen bir mektup yazın.
19. Sık tekrar edin: Hayat acil bir durum değildir.
20. Zihninizde özel bir bölüm açın.
21. Her gün bir dakikanızı, minnettar olduğunuz birini düşünmek için harcayın.
22. Tanımadığınız insanların gözlerine bakın ve gülümseyerek merhaba deyin.
23. Her gün kendinize biraz sessiz zaman ayırın.
24. Yaşamınızdaki insanları minik çocuklar ve yüz yaşında ihtiyarlar olarak düşünün.
25. Önce karşınızdaki kişiyi anlamayı hedefleyin.
26. Daha iyi bir dinleyici olun.
27. Savaşlarınızı akıllıca seçin.
28. Çöpü çıkarma sırasının kimde olduğunu hatırlamıyorsanız gidip siz çıkarın.
29. Eleştirme isteğinizi bastırın.
30. Daha ılımlı bir sürücü olun.
31. Unutmayın: İnsanı edindiği huylar oluşturur.
32. Bilmemenin verdiği rahatlığı duyun.
33. İpin ucunu biraz bırakın.
34. Bir bitki yetiştirin.
35. Yoga (ya da jimnastiğe) başlayın.
36. Erken kalkmaya alışın.
37. En inatla savunduğunuz beş iddianızı sıralayın ve bu konularda yumuşamaya çalışın.
38. Planlarınızda esnek olun.
39. Konuşmadan önce derin bir soluk alın.
40. Suçluluğu değil masumiyeti görmeye çalışın.
41. Sırf gırgır olsun diye, size yöneltilen eleştiriyi kabul edin. Göreceksiniz canınız yanmayacak.
42. Kendi görüşlerinizden tamamen farklı makale ve kitaplar okuyun ve bir şeyler öğrenmeye çalışın.
43. Zihninizi sessizleştirin.
44. Birisi size topu atarsa, bunu tutmak zorunda değilsiniz.
45. Olumsuz düşüncelerinize yüz vermemeye çalışın.
46. Öfkeniz kabarmaya başladığı zaman ona kadar sayın.
47. Sorunlarınızı öğretmeniniz olarak görün.
48. Biraz yüzünüz gülsün.
49. Bu da geçer.
50. Gevşeyin!
51. Bugününüzü son gününüzmüş gibi yaşayın. Öyle olabilir.
52. İç dünyanız için zaman ayırın.
53. Olağan şeylerdeki olağanüstülüğü arayın.
54. Kendi işinize bakın, kendinizi başkasının yerine koymayın.
55. Hayatı olduğu gibi kabul edin.
56. Yüreğinizin sezgisine güvenin.
57. Bırakın çoğu zaman başkaları haklı olsun.
58. Daha sabırlı olun.
59. Kendi cenazenize katıldığınızı farz edin.
60. Önce karşınızdaki kişiyi anlamayı hedefleyin.
61. Ruh durumunuzu dikkate alın: Moralinizin bozuk olduğu zamanlar sizi yanıltmasın.
62. Hayat bir sınavdır. Altı üstü bir sınav.
63. Herkesin onayını alamayacağınızı unutmayın. Övgü ve yergi aynı şeydir.
64. Rasgele iyilikler yapın.
65. Bir davranışın ardındakini görmeye çalışın.
66. Gönlü bol olmayı haklı olmaya yeğleyin.
67. Bugün üç kişiye onları ne çok sevdiğinizi söyleyin.
68. Alçak gönüllü olmaya çalışın.
69. Kışa hazırlık (eksikleri gedikleri kapatma) telaşından kaçının.
70. Her gün birkaç dakikanızı sevecek birini düşünmeye ayırın.
71. Antropolog olun: Ön yargınızdan uzak, başka insanların yaşam ve davranış tercihlerini inceleyin.
72. Herkesin farklı olabileceği gerçeğini anlayın ve saygı gösterin.
73. Kendinize bir kamusal yardım konusu seçin.
74. Her gün en az bir kişiye beğendiğiniz bir özelliğini söyleyin.
75. Sınırlarınızı öne sürmeyin, yoksa sınırlı olursunuz.
76. Gördüğünüz her şeyde tanrının parmak izi vardır.
77. Başkalarının fikirlerinde biraz olsun doğruluk payı arayın.
78. Bardağın (ve başka her şeyin de) kırılmış olduğunu varsayın:Her şeyin bir başlangıcı ve bir sonu vardır.
79. Bu ifadeyi iyi anlayın: Nereye giderseniz siz oradasınız.
80. Kendinizi iyi hissettiğiniz zaman şükredin, kötü hissettiğiniz zaman ılımlı olun.
81. Postayla evlat edinin. Bir vakıf yoluyla bir çocuğa yardım edin
82. Yaşamı melodram olarak görmeyin.
83. Aynı anda birkaç şey yapmaya kalkmayın.
84. Fırtınanın Gözü'nde (karmaşanın ortasındaki sükûnet noktasında) bulunmaya çalışın.
85. Sahip olmak istediğiniz şeyleri değil, elde etmiş olduklarınızı düşünün.
86. Dostlarınızdan ve ailenizden bir şeyler öğrenmeye açık olun.
87. Bulunduğunuz konumdan mutlu olmaya bakın.
88. Hizmet vermeyi yaşamınızın değişmez bir parçası haline getirin.
89. Bir iyilik yapın ve karşılığını ne isteyin, ne de bekleyin.
90. Varlığınızı bir bütün olarak kabullenin.
91. Başkalarını suçlamayı bırakın.
92. Yardım etmeye çalışırken önceliğinizi küçük şeylere verin.
93. Unutmayın: Bundan yüz yıl sonra dünyada bambaşka insanlar olacak.
94. Sorunlarınıza olan bakışınızı değiştirin.
95. Bir tartışmaya girecek olursanız, kendi görüşünüzü savunmadan önce karşı tarafın savını anlamaya çalışın.
96. "Anlamlı başarı"nın tanımını bir kez daha yapın.
97. Duygularınıza kulak verin; size bir şey söylemeye çalışıyorlar.
98. Yaşamınızı sevgiyle doldurun.
99. Kendi düşüncelerinizin gücünü bilin.
100. "Daha fazlası daha iyidir" diye düşünmekten vazgeçin..


OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ 

23 Haziran 2013 Pazar

Öfkelenince neden bağırırız?

Öfkelenince neden bağırırız?

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Koca Tipleri

Kadın akşam işten çıkar. Çocuğu yuvadan alır.

Markete geçer ıspanak alır. Koştura koştura eve döner.

Çocuğu soyar, elini yüzünü yıkar.

Kendi üstünü değiştirir. Mutfağa koşar.

Bir yandan ıspanakları yıkar bir yandan çocuğun sorularına ve ihtiyaçlarına cevap verir.

Bir yandan sofrayı hazırlar…

O DA NE YOĞURT ALMAYI UNUTMUŞTUR!

Yoğurtsuz ıspanak olmaz, hemen kocasını arar.




İşte Kocadan Kocaya Değişen Cevaplar:


1) Ben geç geleceğim. Toplantım var. Yoğurtsuz yiyin

(LAÇKALAŞMIŞ KOCA)


2) Ben geç geleceğim, çok üzgünüm,
tühhhhhh şimdi ıspanak da yoğurtsuz olmaz ki.
E, yoğurt getireyim kapıdan bırakayım hemen döneyim,
Toplantı bu, kaçırsam olmaz. Mazallah dağlara taşlara işten atılma sebebim olur, sonra yoğurt dökecekıspanak bile bulamayız.

(ALDATAN KOCA ya da EVE GELMEMEK İÇİN BAHANE ARAYAN KOCA, ama bi yandan da vicdanı sızlayan koca.. )


3) Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor...

(İŞTE BU ALDATAN KOCA)


4) Mendebur kadın! Ispanağı aldın da yoğurdu niye almadın!

("KAZMA" TİPİ KOCA )


5) Igggghhhh yine mi ıspanak! Otlaya otlaya sığır olduk!

("KALAS" tipi koca)


6) Tamam alırım.

(MONOTONLAŞMIŞ KOCA)


7) Tamam alırım başka bir şey lazım mı?

(NORMAL KOCA)

Tamam hayatım alırım başka bir isteğin var mı?

(İDEAL KOCA)


9) Aman canııım, ıspanakla mı uğraştın? Yapmadıysan bırak, ya dışardan söyleyelim ya da dışarıda yiyelim!

(YOK BÖYLE BİR KOCA)



OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ

Yaşayarak Öğrenme

Bir gün Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkanına girmiş, bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal da Napolyon'u uygun bir yere saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da;

-"Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı." diye savuştur­muş.

Nihayet biraz sonra Napolyon'un muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşılaşamayacağı Napolyon'a sormuş;

-"Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu ? "

Napolyon birden öfkelenmiş;

-"Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?' diye bağırmış.

Hemen askerlerine, adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş. Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık 'ateş' emri verilecek... Adam içinden (Ah, ne yaptın sen?

Şimdi ölüp gideceksin ) diye düşünürken, arkadan bir çift el uzanmış, gözündeki bağı açmış. Karşısında Napolyon varmış.Tek cümleyle cevaplamış Napolyon :

-"İşte böyle bir duygu ! "

Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir.Ama en kalıcı olanıdır ve getirisi en yüksek olandır. Tecrübedir getirisi… ve tecrübeyi yaşamaktan başka edinme yolu yoktur...



OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Kahvenin Keyfini Bilmek

EŞLE; içilen kahve : HUZUR'dur..!
Köpüklere GÜVEN karışır, dudağının kenarına hafif bir TEBESSÜM kondurur..!

ANNEYLE içilen; hadi bir sohbet ederken kahve içelim : GÜÇ'tür..! Köpüğünde ANNE ŞEFKATİ vardır,
TELVESİNDE hayatın yorgunluğu..!

BABA ile içilen kahve : SEVGİ dir..!
Az şekerli, HEP BENİMLE OL'dur telvesi..!

BEKLEMEDİĞİN bir anda gelen kahve : BAŞKA'dır..!
Isıtıverir içini..!
YORGUNKEN içilen kahve : HAFİFLETİR, yorgunluğunu alır..!

DOSTLARLA içilen kahve : NEŞE'dir..!
Kahkahalar KÖPÜKLER üzerinde yüzer..!

TEK BAŞINA balkonda içilen kahve : YANLIZLIK'tır;
ACIDIR TADI. Köpüğüde, telveside GÖZYAŞI kokar..!

O yüzden; yalnız içmeye GÖNLÜM elvermedi..!
GÜVEN karışmış köpüklerde
Bir tutam TEBESSÜM eşliğinde
HUZUR bulalım istedim...

AFİYET OLSUN BİZE VE TÜM DOSTLARIMIZAA

Azrail’in Güzelliği !!

OKUMADAN GEÇME ! ETKİLENMEMEK ELDE DEĞİL !

Azrail’in Güzelliği !!!

Onk. Dr. Haluk Nurbaki’den gerçek bir hatıra…

Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla
karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek
özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum. Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap’ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım.
Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap’ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi
gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir’e gitmek istedi. Kışaylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza
yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

-”Doktor bey,” dedi. ”Ben size…dargınım.” ”Niçin?” diye sordum.

-”Siz…dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH ‘ı, ölümü,
ahireti anlatmıyorsunuz?”

Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O’nu üzmemeye çalışarak:
–”Doktora ulaşmak kolaydır” dedim. ”Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın…”

Konuşmaya mecali olmadığından “Ben o isteği duyuyorum” manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve
saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler
“hızlandırılmalı öğretime” dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün
ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:

-”Doktor bey,” dedi. ”Ben ölürken ne söylemeliyim?”

-”Senin durumun çok özel” dedim. ”Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ”Muhammed” (s.a.v) sana yeter.”

O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için
Serap’a sürekli morfin yapıyor ve O’nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi
telefon ederek:

-”Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor.” dedi. “Sabahlara kadar
inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının
sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça
ürperiyorum. “Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste “Muhammed” diyemezsem?.

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap’ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.

Ertesi gün O’na:

-”Hiç korkma!” dedim. “İğneyi vurdurabilirsin

Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da
sordu:

-”Doktor bey…Azrail bana nasıl görünecek?”

-”Kızım,” dedim. “O bir melek değil mi?
Hiç merak etme, sana yakışıklı
bir prens gibi gelecektir.”

Salı günü Serap’ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni
görünce yanıma gelerek:

-”Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!” dedi ve devam etti:

-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve
“yataktan kalkması imkansız” denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet
getirerek vefat etmeden biraz önce de:

-Doktor bey’e söyleyin, dedi. Azrail,
O’nun söylediğinden de güzelmiş!.

_Allah hepimize hayırlı ölüm nasip etsin İnsaALLAH...


OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ 

Blog Arşivi